Teknolojinin "kişisel" ön ekiyle daha sık anılmaya başlandığı doksanlı yıllarda "kişisel bilgisayar"ları (personal computer / PC) ne kadar az "kişi"nin kullanabildiğine dikkat çeken bir tanım oldukça popülerleşmişti. "Dijital uçurum" (digital divide) adlı bu kavram, teknolojiye ve onun nimetlerine ulaşabilenler ile ulaşamayanların farkını temsil ediyordu.İlk zamanlar bilgisayar sahipliğiyle ölçülürdü. Sonraları internete erişim, cep telefonu yaygınlığı, internet hızı, sosyal medya kullanımı şeklinde dallanıp budaklandı.Bugünkü dijital uçurum ise çok daha geniş bir düzlemde ve çok daha belirleyici şekilde kendini gösteriyor. Yakın geleceğe yönelik iki öngörüm var (ihtimal de denebilir).İlki, kalkınma seviyesini teknolojiyle sıçratan ülkelerin (ki bunlar coğrafi olarak birbirine yakın; dolayısıyla tehlikeli) bir alt kademeyi oluşturacak ülkeleri gettolaştırması. Yani bütün o distopik bilim-kurgu romanlarındaki gibi kendi içine kapalı refah toplumlarının, dışarıdaki sefalet pahasına ve onun yüzü suyu hürmetine ideal bir yaşam sürmesi. Elbette bunun da bir bedeli var: Sana bu hayatı yaşatan otoriteye sorgusuz boyun eğeceksin. Al gülüm, ver gülüm.İkinci ihtimalse kaçınılmaz olarak totaliterizmi körükleyecek bu yeni nesil teknolojilerin doğal (ıstıraplı) sürecin ardından temel insan hakları ve etik değerler donanıp kendini daha insan odaklı güncellemesi.Çünkü insan evladı ideal olanı düşünmek ve tasarlamakta ne kadar becerikliyse, onları uygulamakta bir o kadar hilebaz ve mızıkçı. Belki de tam bu yüzden halklar irade ve kaderlerini tayin etme işini makinelere devredecek. Milli iradenin tezahürünü liderlerden değil, algoritmalardan bekleyeceğiz. Makinelerin merhametsizliği, tutarlılığı ve koşulsuz kuralcılığı, belki de bir türlü kapanmayan bu kadim yaranın merhemi olacak.Kimbilir?Pazar sabahının göreceli dinginliğinde düşünülesi bir konu (gibi geldi).
Share this post
Dünya Halleri: 69
Share this post
Teknolojinin "kişisel" ön ekiyle daha sık anılmaya başlandığı doksanlı yıllarda "kişisel bilgisayar"ları (personal computer / PC) ne kadar az "kişi"nin kullanabildiğine dikkat çeken bir tanım oldukça popülerleşmişti. "Dijital uçurum" (digital divide) adlı bu kavram, teknolojiye ve onun nimetlerine ulaşabilenler ile ulaşamayanların farkını temsil ediyordu.İlk zamanlar bilgisayar sahipliğiyle ölçülürdü. Sonraları internete erişim, cep telefonu yaygınlığı, internet hızı, sosyal medya kullanımı şeklinde dallanıp budaklandı.Bugünkü dijital uçurum ise çok daha geniş bir düzlemde ve çok daha belirleyici şekilde kendini gösteriyor. Yakın geleceğe yönelik iki öngörüm var (ihtimal de denebilir).İlki, kalkınma seviyesini teknolojiyle sıçratan ülkelerin (ki bunlar coğrafi olarak birbirine yakın; dolayısıyla tehlikeli) bir alt kademeyi oluşturacak ülkeleri gettolaştırması. Yani bütün o distopik bilim-kurgu romanlarındaki gibi kendi içine kapalı refah toplumlarının, dışarıdaki sefalet pahasına ve onun yüzü suyu hürmetine ideal bir yaşam sürmesi. Elbette bunun da bir bedeli var: Sana bu hayatı yaşatan otoriteye sorgusuz boyun eğeceksin. Al gülüm, ver gülüm.İkinci ihtimalse kaçınılmaz olarak totaliterizmi körükleyecek bu yeni nesil teknolojilerin doğal (ıstıraplı) sürecin ardından temel insan hakları ve etik değerler donanıp kendini daha insan odaklı güncellemesi.Çünkü insan evladı ideal olanı düşünmek ve tasarlamakta ne kadar becerikliyse, onları uygulamakta bir o kadar hilebaz ve mızıkçı. Belki de tam bu yüzden halklar irade ve kaderlerini tayin etme işini makinelere devredecek. Milli iradenin tezahürünü liderlerden değil, algoritmalardan bekleyeceğiz. Makinelerin merhametsizliği, tutarlılığı ve koşulsuz kuralcılığı, belki de bir türlü kapanmayan bu kadim yaranın merhemi olacak.Kimbilir?Pazar sabahının göreceli dinginliğinde düşünülesi bir konu (gibi geldi).